TÜRKİYE’DE SOL VE SOSYAL DEMOKRASİ

Türkiye’de sol ve sosyal demokrat düşünce uzun yıllar emek eksenli bir siyasal uğraşı içerir. Bugün ise karmaşık ve parçalı bir yapıya bürünmüştür. Bu döngü özünde neoliberal (ekonomik kontrolü kamudan özel sektöre kaydıran model) politikaların ve ülkenin kendine özgü siyasal ve kültürel dinamiklerinin etkisi büyüktür. Günümüzde “sol” kavramı sınıf mücadelesinden daha çok kimlik, yaşam tarzı ve çevre gibi alanlarda yoğunlaşmıştır.
Sol özellikle cumhuriyet döneminde kök salmaya başlamıştır. 1961 anayasasının sağladığı sendikal özgürlüklerden sonra sendikal devinimlerle güçlenmiştir. İşçi sınıfı mücadelesi ile özdeş hal almıştır. Dönemin grevleri, mitingleri, “üreten halk” vurgusu, solun temelini oluşturan kamusal ekonomi anlayışını perçinliyordu. Ne var ki 1990’lardan sonra, solun odağı emek ağırlıklı olmaktan çok, kültürel kimliklere doğru kaymaya başladı. Diğer yandan küresel bazda da benzeri kaymaların olduğunu görmek olasıdır. Bu durum Türkiye’de solun köklerine yabancılaştığı hissini vermektedir.
Solda sınıfsal istekler yerine yaşam biçimi, özgürlükler, mezhep temelli eşitlik arayışları ve çevreye duyarlılıklar ön plana çıkmaya başladı. Hiç kuşkusuz bunlar önemlidir ancak emek ve sermaye çelişkisini arka planda bırakmamak kaydı ile. Sistemin ürettiği ürün ve platformlarda, sisteme karşı ciddi şekilde muhalefet etme olanağı yoktur. Solun sisteme karşı niteliği hatırı sayılır yaralar almaktadır.
Türkiye’de sosyal demokrasi ağırlıklı olarak 1970’li yıllarda Bülent Ecevit’in liderliğinde “halkçı, kamucu ve ulusalcı” bir çizgiyle tanımlanmıştır. “Toprak işleyenin, su kullananın… Kalkınma köyden başlayacak… Ne ezilen ne ezen, insanca halkça bir düzen…” gibi sloganlarla, emeği önceleyen ulusal kalkınmayı savunan sosyal demokrat politikalardı. 2000’li yıllarda ise sosyal demokrasi de bu politikaları büyük ölçüde terk etti. Piyasa ekonomisi ile barış içinde, kimlik siyaseti üzerinden, seçim odaklı pozisyonlar aldı.
Haliyle sosyal demokrasi hem sağa kayıyor hem de merkeze kilitleniyor. Halkçı, üretken, toplumsal dönüşüm ilkelerinden uzaklaşıyor. Sosyal demokrasinin yeniden şaha kalkması için, sınıfsal eşitsizlikleri öncelemeli, emeği odak noktasına almalı, toplumu dönüştüren ve devindiren yaklaşımlarla sahaya inmelidir.
Türkiye’de sol CHP, DEM PARTİ, TİP seçeneğine sıkışmıştır. Oysa halkın gerçek gündemi; işsizlik, geçim sıkıntısı, adaletsizliktir. Ne var ki bu sorunlar etkili ve sonuç alıcı şekilde dile getirilemiyor. Örgütsüzlük, sendikaların zayıflaması, dijitalleşmenin bireysel etkisi solu görünür kılmaktan alıkoyuyor.
Sol ölmemiştir fakat kriz içinde olduğunu da yadsıyamayız. Toplumun değişik kesimlerinden arada “yaşasın emek” sloganları yükseliyor. Bu sesi güçlü şekilde yükseltmek gerekiyor. Solun kendini yeniden tanımlaması gerekiyor.
Türkiye’de sol ve sosyal demokrasi, kimlik bunalımına rağmen büyük bir potansiyel taşıyor. Bu potansiyeli geçmişin dersleri ile geleceğin gereksinimlerine göre yeniden inşa etmek gerekiyor. Yenilikçi ve emek merkezli bir yaklaşımla bu umut vardır ve olasılık dışı değildir.